SAHA, küratörlüğünü Christine Tohmé’nin üstlendiği, Üç Ayaklı Kedi başlıklı 18.İstanbul Bienali’ne Türkiye’den Dilek Winchester, Elif Saydam, İpek Duben, Merve Mepa, Sevil Tunaboylu, Şafak Şule Kemancı’nın projelerini destekliyor. Bienal, 20 Eylül – 23 Kasım 2025 tarihleri arasında, Galata Rum Okulu, Zihni Han, Muradiye Han, Galeri 77, Külah Fabrikası, Meclis-i Mebusan 35, Eski Fransız Yetimhanesi Bahçesi ve Elhamra Han olmak üzere toplam 8 mekanda, 40’tan fazla sanatçının katılımıyla düzenleniyor.
410 Harf: (Arnavutça) Okumak ve Yazmak Üzerine (2025) yerleştirmesinde Dilek Winchester, “İstanbul alfabesi”ne dayanan eseri Terk Edilmiş Harfler’den (2024) yola çıkıyor. Hem dil devriminin hem Arnavut milliyetçiliğinin önde gelen isimlerinden olan sözlük yazarı, romancı ve çevirmen Şemsettin Sami, İstanbul alfabesini Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Arnavutların ortak bir yazı sistemine sahip olmadığı bir dönemde, 1879’da geliştirmişti. Video, izleyicileri Yunan, Kiril, Arap, Elbasan, Todhri, Vellara, Vezo, Berat alfabelerinin yanı sıra İstanbul, Agimi, Bashkimi ve günümüzde kullanılan Arnavut alfabesinin de bulunduğu Latin kökenli alfabelerden oluşan bir manzarada yolculuğa çıkarıyor. Ya unutulmuş ya da Arnavutça yazımında yaygın kullanılmamış olan bu alfabeler, uyarlanmış veya icat edilmiş harf formlarından oluşuyor. Videoda, farklı sesleri imlemektense heykelsi formlar olarak beliren harflere, sanatçı Ahmetcan Gökçeer işbirliğiyle üretilen bir ses kompozisyonu eşlik ediyor.
İsimsiz (Kendinibeğen...) (2012-2025), binanın çatı alınlığının arka yüzeyine yerleştirilmiş bir metinsel müdahale. Dilek Winchester’ın 2012 tarihli işinin bienal için mekâna özgü bir uyarlaması olan eser, adını Oğuz Atay’ın romanı Tutunamayanlar’da (1972) geçen “kendinibeğenmişçesinesankibizdenöncebirşeysöylenmemişçesinegiller” sözcüğünden alıyor. Bu uzun sözcük mekâna yerleşirken dönüşümlü olarak Latin, Arap, İbrani, Ermeni ve Yunan alfabelerine bürünüyor.
Dilek Winchester 1974 yılında İstanbul’da doğdu. Yaşamını ve çalışmalarını burada sürdürüyor.
Elif Saydam, Misafirperverlik’te (2024-2025) basit bir malzemeye, metal klasör halkalarıyla birbirine tutturularak asılmış lamine plastik levhalara başvuruyor; perdeyi andıran levhalar ile saydamlık, yüzey ve imgeler üzerine bir oyun kurguluyor. Burada iç mekân hem bir daveti hem de reddedişi, hem sıcak bir karşılamayı hem de dışlamayı barındırıyor.
Bienal için yeni resimlerle genişletilerek tekrar kurgulanan Misafirperverlik, kamusal alanda ifadenin yargı yoluyla baskı altına alındığı, kuir toplulukların geleneksel aile anlayışına bir tehdit olarak konumlandırıldığı söylemlerin yaygın olduğu bir dönemde, “On para etmez” ve “Beş para etmez” gibi ifadelerle hem Türk halk edebiyatının dilini hem de Âşık Veysel’in “Güzelliğin on par’etmez / Bu bendeki aşk olmasa” dizelerini sergi alanına çağırıyor. Türkiye’de azınlık topluluklarının geleceğinin yanı sıra aidiyete, arzuya ve yıkıma dair can alıcı sorular soran sanatçı, kapalı kapılar ardında nelerin olup bittiğine de kafa yoruyor.
Elif Saydam 1985 yıılında Calgary'de doğdu, yaşamını ve çalışmalarını Berlin'de sürdürüyor.
Cennetin Çocukları II, III, IV (2000-2011) ve Peggy’nin Cenneti (2000-2025), İpek Duben’in tüketim kültürüne ve aşırılıklarına yönelik muzip ve incelikli eleştirisini somutlaştırıyor. Eserde yer alan nesneler seçkisi tüketimin cazibesini gözler önüne sererken, sanatçının günümüzün maddiyatçı arzularına karşı koymaya yönelik ilgisini de vurguluyor. Duben’in ilk olarak 2000 yılında ürettiği, bilinçli bir tavırla hem bir mağaza vitrinini hem de bir mabedi andıracak şekilde kurguladığı eser, kayıt dışı emeğin, neredeyse anlık gerçekleşen teslimatların ve bitmek bilmeyen atık döngülerinin ölçeği ve şiddeti katlanarak arttıkça güncellik kazanmaya devam ediyor.
İpek Duben 1941 yılında istanbul’da doğdu. Yaşamını ve çalışmalarını burada sürdürüyor.
Rastgele Bir Yürüyüş, Beslenme ve Hava (2025), izleyiciyi yönlendirmelerin olmadığı ve doğrusal hareketin sekteye uğradığı bir ortamda, sanatçının deyimiyle “rastgele bir yürüyüş”e davet ediyor. Yerleştirmenin merkezinde dikey konumlanan heykel, veri akışını, sinir sistemini ve altyapı ağlarını çağrıştırıyor. Eser anlık çalışan, sunucu tabanlı bir ekosistem şeklinde faaliyet gösteriyor; platform üzerindeki açık kasa bilgisayarlar, sürekli açılan yeni tarayıcı pencereleri aracılığıyla gerçek zamanlı olarak veri üretiyor. Bu verilerin ürettiği ifadeler, soğutma sistemlerinden yayılan havayla birlikte mekânda dolaşıyor ve bilgi sayımını bir çeşit “hava durumu”na dönüştürüyor.
Merve Mepa 1985 yılında Kocaeli’nde doğdu. Yaşamını ve çalışmalarını İstanbul’da sürdürüyor.
Kalan (2024), hem kişisel tarihten hem de kolektif mitolojiden besleniyor. Farklı mecralar arasında gezinerek, sanatçının büyükanne ve büyükbabasının Üsküp’ten İstanbul’a göçünü bir çıkış noktası olarak alıyor ve kaçmaya, göç etmeye, azme ve kayba dair sembolik bir tarihsel anlatı oluşturuyor. Aile arşivini, eski eşyaları ve yadigârları neredeyse arkeolojik bir yöntemle gün yüzüne çıkaran Sevil Tunaboylu, babasının ve büyükbabasının marangozluk aletlerini yeniden işlevlendirerek esere dokunsal bir duyarlılık kazandırıyor. Resimler, sanatçının aile tarihini ele alışındaki mitolojik ama yaşananlara derinden bağlı yaklaşımı belirginleştiriyor. Örneğin Issız Buluşma’da (2024) babasının albümlerinden, Üsküp posta binası önünde çekilmiş eski fotoğrafı tutan bir eli resmin düzleminde kısmen gösteriyor. Bükülmüş inşaat demiri gibi diğer öğelerle Türkiye’de durmaksızın devam eden imar süreçlerine, yaşama alışkanlıklarının ve kent manzaralarının kesintiye uğradığı bir gerçekliğe işaret ediyor. Kertenkele heykelleri, yeniden büyümeyi bekleyen kesik kuyruklarıyla bu değişken zeminde izleyiciye birer rehber gibi eşlik ediyor. Yerleştirme boyunca karşımıza çıkan ölçüm aletleri ve sanatçının aile atölyesinden kalma diğer araçlar mekân, miras ve yurt kavramlarının mütemadiyen inşa hâlinde olduğunu ima ediyor.
Sevil Tunaboylu 1982 yılında İstanbul’da doğdu. Yaşamını ve çalışmalarını burada sürdürüyor.
Şafak Şule Kemancı pratiğinde türler ve biçimler arasındaki akışkanlığı kucaklıyor; bitkiler, mineraller, hayvanlar ve insanların, öznellik hâlini aşan bir ilişkilenme içerisinde birbirine dolanmasının yolunu açıyor. Kemancı, bienal kapsamında bitki ve hayvan niteliklerini aynı potada eriten hibrit bir yapıya sahip, anıtsal ölçekte yumuşak bir heykel sergiliyor. İçinde bulunduğu odayı mesken edinen eser, bulunduğu yabani peyzajın içerisinde pencerelerden ve kapılardan taşarak büyüyor; evcil ile yabani, insan ile insan dışı, doğal ile yapay arasındaki ikilik hâline meydan okuyan çevreleyici bir ortam oluşturuyor. Heykelin düşürdüğü gölgeler korumanın geri çekilmek ya da saklanmak değil, başkaları için bir sığınak sunabilmek anlamına geldiğine işaret ediyor.
Bu web sitesinde size daha iyi hizmet sunabilmek için çerez kullanılmaktadır. Kullandığımız çerezleri görüntüleyebilmek ve daha fazla bilgi almak için Gizlilik ve Çerez Politikası sayfasını inceleyebilirsiniz.