SAHA, 2019 yılında bağımsız sanat yazınına destek vermek için Evrim Altuğ’u davet ederek başlattığı SAHA Yazı Dizisi’ne 2020 yılında yazar Kültigin Kağan Akbulut ile devam ediyor. Türkiye sanatındaki güncel meseleleri tartışmaya açan SAHA Yazı Dizisi’nde her ay Kültigin Kağan Akbulut ya da onun davet edeceği bir konuk yazar tarafından yeni bir yazı kaleme alınıyor. Kültigin Kağan Akbulut ile işbirliğiyle oluşturulan SAHA Yazı Dizisi sanat izleyicileri, misafir sanatçı programları, müzecilik, koleksiyon, araştırma ve arşiv gibi konulardaki güncel tartışmaları farklı aktörlerin görüşleriyle birlikte ele alıyor.
SAHA’nın websitesi ve sosyal medya kanallarından paylaşılan yazıların içinden bir seçki Merve Ünsal tarafından İngilizce’ye de kazandırılıyor.
Yeni bir sanat medyasına doğru
Kültigin Kağan Akbulut, dönüşen iletişim ve medya ortamında sanat eleştirisine odaklanıyor.
"Sanat eleştirisini ve dönüşümünü Türkiye’de önemli ölçüde tartışıyoruz. Tartışmamız da gerekiyor, çünkü hızla biçim değiştiren iletişim ortamında sanat eleştirisinin rolünün, biçiminin, amacının da sorgulanmaması abes kaçardı. Belki de biz sanat yazarları olarak ne yaptığımızı anlamaya çalışıyoruz. Ancak tartışmaların geneline baktığımızda sanat eleştirisini sanatın içinden tartışıyoruz, sanatın içinden konumlandırmaya çalışıyoruz. Belki de ülkedeki politik, toplumsal, psikolojik ortam ve en önemlisi de medya ortamının dönüşümü üzerinden sanat eleştirisini konuşmamız gerek."
‘Toksik Pozitivite’ Çağında Sanat Eleştirisi
Nergis Abıyeva sanat eleştirisinin dönüşümünün ve bu dönüşümün sebeplerinin içinde yaşadığımız ‘toksik pozitivite’ çağıyla ilişkisine dair bir bakış öneriyor.
"Sanat eleştirisinin olumlayıcı ve tanıtıcı başka bir dönemine tanıklık ettiğimiz üzerine bir süredir konuşuyoruz. Bu dönüşümün neoliberal politikalarla ve sermayeyle ilişkisi üzerine gerek Türkiye’de gerek dünya genelinde çokça tartışıldı. 1960’lardan itibaren aktif sanat eleştirmeni olan Dave Hickey, 2012 yılında Observer’a yaptığı açıklamada, sanat eleştirmenliğinin, sanat eserlerini riski olmayan birer yatırım aracı olarak gören zengin koleksiyonculara yatırım danışmanlığı yapmaya dönüştüğünü ve buna daha fazla devam edemeyeceğini açıklamıştı."
Beyaz küpün içinde: Türkiye sanat ortamı
Oktay Orhun, Brian O’Doherty’nin “Beyaz Küpün İçinde: Galeri Mekânının İdeolojisi” başlıklı kitabında irdelenen galeri mekânı kavramı üzerinden Türkiye’deki galeri mekânlarının oluşturduğu toplumsal, tarihsel ve estetik çelişkiye değiniyor.
“İrlandalı sanatçı ve eleştirmen Brian O'Doherty’in (d. 1928) ‘galeri mekânının ideolojisi’ incelemesi, bugün yer yer terennüm edilse de tesirini –yazarın kabul ettiği üzere özellikle Batı’da– büyük ölçüde yitirmiş durumdadır. Denebilir ki ‘Beyaz Küp’ mecazıyla bir olgu olarak ele alınan ilgili ideolojiye bütün cephelerde yenik düşülmüştür. Oysa O'Doherty’in mecazı, ‘benzersiz bir estetik mekân olarak’ modern (ve sonrası) dönemde sanat galerisinin bir çeşit (tarihsel) yapısöküme uğratılması için araçtır. Dahası bu araç, bir döneme damgasını vuran ve galeri mekânının tersyüz edilmesi için harcanan tüm büyük sanatsal çabaların çözümlenmesi için ayrıca kullanışlıdır. Bu metinde ise kitabın temel argümanını kendi sanat ortamımızın beklentileri dahilinde sorunsallaştırmayı arzu ediyoruz.”
Reflections of a Foreign Art Writer in Turkey
Matt Hanson, Türkiye'de Amerikalı bir sanat yazarı olarak görüşlerini paylaşıyor.
"I came to Turkey thinking I would write about art. When I arrived in the summer of 2016, just days after the failed coup, I had never plunged into the business of art writing. I saw the Turkish language barrier as an opportunity to focus on the primacy of the visual in art. In the era of #MeToo and Black Lives Matter, the relevance of a white, American male writing about art in Turkey for global Anglophone readers is rightfully dubious. Yet, by realizing that identity implies diversity in the same way that I require others to define my existence, ideas of race and nationality prioritize first-person subjectivity."
Aktivizm ve sanatı yeniden bir araya getirmek mümkün mü?
Kültigin Kağan Akbulut, aktivizm ve sanat ilişkisini Türkiye’den örneklere değinerek ele alıyor.
“Dünyamız gittikçe politikleşiyor. Geçen yüzyılın başından bildiğimiz politik kutuplaşmaların ve tartışmaların benzerlerini yeniden yaşıyoruz. 2000’lerin başındaki ‘Tarihin sonu’ tartışmalarından çıkıp yine savaşlarla, toplumsal ayaklanmalarla ve restleşen siyasetçilerle muhatap oluyoruz.
Bu politikleşme dönemi de aktivizmin alanını hiç olmadığı kadar genişletiyor. Ben de çalışmalarımda gazetecilik, sanat yazarlığı ve aktivizmin arasında gidip geliyorum. İlk başta bunları birbirine teğet geçen alanlar olarak kurguluyor ve bu düşünceyle hareket ediyordum. Ancak bu alanların birbirine omuz veren, birbirinden güç alan bir yoldaşlık içinde hareket etmesi gerektiğine dair bir düşünceye ulaşmam zaman aldı.”
Ari P. Büyüktaş, queer sanatın günümüzdeki tanımı/sınırları ve tartışılma biçimlerine odaklanıyor.
“Güncel sanat söz konusu olduğunda, kimi alışılageldik yaklaşımlardan farklı olarak, biçim, içerik, ifade ve benzeri yöntemler açısından tanımlar esnekleşiyor. Aslında tanımların ve kavramsal çerçevelerin gerekli olup olmadığı dahi tartışılabilir hale geliyor. Tüm bu kaygan ve bir yandan da verimli düşünce zemininde, özellikle “queer” ile güncel sanat ilişkisini tartışabilmek biraz daha farklı bir bakış açısını gerektiriyor. Zira son zamanlarda (2000’lerden itibaren gittikçe artarak da diyebiliriz) sıklıkla karşımıza çıkan “queer sanat”ın ne olduğuna dair genel bir uzlaşı bulunmamakta.”
Sanat kurumları dijitale adım attı. Peki, dijitali özümseyebilecekler mi?
Kültigin Kağan Akbulut, pandemi döneminde sanat kurumlarının dijitalleşme süreçlerini ele alıyor.
"Yeni koronavirüs salgınına karşı mücadelede en etkili yöntemlerden birinin evde kalmak olarak açıklandığı günlerden bu yana faaliyetlerin hızlıca çevrimiçi ortama kaydığını gördük. Bir anda ortalığı kaplayan çevrimiçi konuşmalar, konserler, sergiler, erişime açılan filmler ve arşivler…
…
Fiziki mekânlar açılsa da ‘yeni normal’in kuralları nedeniyle eskiye hemen dönemeyeceğiz. Sanat kurumları çevrimiçi ortamla aralarındaki buzları kırdı. Ancak dijitalleşme ve çevrimiçi ortamda çalışma özümsendi mi?”
Salgından sonra sanat dünyası: Örgütlülük ve alternatif yaratmak
Kültigin Kağan Akbulut, pandeminin sanat dünyasına etkisini ele alıyor.
“Türkiye’de kültür ve sanat alanı en kırılgan sektörlerden biri. Sansür, politik baskı, ekonomik zorluklar, terör saldırıları çoğunlukla kültür ve sanat alanında iş yapan kurumları direkt olarak etkiliyor. Küresel salgın kültür dünyasına büyük bir darbe vurdu, ancak bir yandan da Türkiye’deki kültür kurumları olağanlaşmış OHAL koşullarında yaşamaya uzun süredir alışık.
Doğa ve insanlık tarihinin her karşılaştığı salgın gibi bu da geçecek. Yeniden dışarı çıkmaya, sergi gezmeye, sinemaya gitmeye, konser dinlemeye devam edeceğiz. Ancak her salgın gibi bu da birçok şeyi değiştirecek. Şu anki en büyük derdimiz de değiştireceği şeylerin olumlu yönde mi, olumsuz yönde mi olacağı."
Türkiye’de sergi ziyaretçisi: Yalnız ama meraklı
Kültigin Kağan Akbulut, Türkiye’deki güncel sanat izleyicilerinin motivasyon ve alışkanlıklarını ele alıyor.
“Perşembe günleri İstanbul Modern’de yaşanan insan trafiği, bazı hafta sonları Pera Müzesi’nde adım atılacak yer olmaması, SALT Galata’nın dört bir yanına dağılmış gençler… Peki, kimdir bu sergi ziyaretçileri? Türkiye’de modern ve güncel sanata odaklı sanat kurumlarının 20 yıla yaklaşan bir tarihi var. Ancak müze, galeri, sergi ziyaretçisi kimdir sorusuna halen kolay bir cevap veremiyoruz. Bir kişi hangi motivasyonla bir sergiyi gezmeye karar verir?”
Türkiye Sanatında ‘Güncel Dönemeç’ İçin İki Tez: Sahnesizlik ve İkame Kanon
Süreyyya Evren, Türkiye sanat tarihinde 2000’li yılların başında yaşanan kırılmayı sahnesizlik ve kanon kavramları üzerinden ele alıyor.
“Türkiye sanat tarihinde –1990’ların ikinci yarısında geliyor dedirtse de fiiliyatta– 2000’lerin başlarında bir kırılma yaşandı. Buna ‘the contemporary turn’ denebilir rahatlıkla. Herhalde Türkçesi ‘güncel dönemeç’, veya ‘çağdaş kırılma’ ya da ‘dönem’ olabilirdi. Ama özetle Türkiye’de sanat kültürüne hâkim olan modernist tonun yerini güncel tona bıraktığına şahit olduk."
Duchamp’ın sessizliği: Üretmemek, az üretmek, sergilememek
Kültigin Kağan Akbulut yazı dizisinin ilkinde sanatçıların üretmeme politikasını ele alıyor.
“Sanatçılar, ne iyi ki, her türlü soruna rağmen üretiyor, işlerini kamuyla paylaşıyor ve tartışıyor. Benzer ekonomik ve kültürel çaptaki ülkelerle karşılaştırdığımızda Türkiye’de güçlü bir sanat üretimi kültürü var. Her hafta üst üste gelen sergi açılışlarından, karma sergilerden, sezon açılışlarındaki yoğunluktan bunu görebiliyoruz. Kurumlar, koleksiyonerler, destek kuruluşları ve inisiyatifler sanat üretimini güçlendirmek için durmadan çalışıyor. Ancak sanat her zaman, hatta belki de çoğu zaman üretmekle ilgili bir mesele değil. Çoğunlukla üretmemekle, üretememekle ilgili. Araştırma, hazırlık, form oluşturma, prodüksiyon ve gösterim derken karşımıza çıkan son nesnenin hangi badirelerden geçtiğini göremeyebiliyoruz. ‘Sanat dünyasının’ en büyük parçasının üretmeyenler, üretemeyenler olduğunun farkında olamayabiliyoruz.”
Bu web sitesinde size daha iyi hizmet sunabilmek için çerez kullanılmaktadır. Kullandığımız çerezleri görüntüleyebilmek ve daha fazla bilgi almak için Gizlilik ve Çerez Politikası sayfasını inceleyebilirsiniz.