SAHA Sanat İnisiyatifleri Sürdürülebilirlik Fonu kapsamında desteklenen Manifold, SAHA’nın World Weather Network’e katılımı çerçevesinde, Hasan Cem Çal ve Furkan Keçeli’nin editörlüğünü ve yürütücülüğünü üstleneceği SAHA Yazı Dizisi’nde, sanat ile ekoloji-iklim ilişkisine odaklanan bir yazı dizisi yayımlıyor. Fotoğraftan sinemaya, dijital sanattan performans sanatına, müzikten çağdaş sanata farklı sanatların ve sanat yapım pratiklerinin havanın altı unsuruyla (sıcaklık, yağış, nem, rüzgâr, bulut örtüsü, atmosferik basınç) ilişkilendirileceği metinlerden oluşacak yazı dizisine iki atölye ve kolektif bir video üretimi eşlik ediyor.
Sıcaklık her zaman hareket hâlindedir. Maddeden yayılır, maddeye nüfuz eder. Bu harekette bozuma uğrar, değişir, dönüşür ve yeniden yapılanırız. Sıcaklık, havanın diğer unsurlarıyla dünyanın bedenini oluştururken, farklı olarak içine battığımız atmosferin kırılganlığıyla daha bir doğrudan yüzleştirir bizi. Hava geçmişe kıyasla çok daha sıcak, dünya ve tüm bedenler daha hızlı bozunuma uğruyor, değişiyor ve dönüşüyor. Peki, gittikçe ısınan dünya, filmlerin imge ekolojisini nasıl etkilemekte? Sıcaklıkla özdeş yaz mevsiminin zaman ve atmosfer ağını oluşturduğu, olay örgüleri de benzerlik taşıyan Koleksiyoncu Kadın [La Collectionneuse] (Éric Rohmer, 1967) ve Kızıl Gökyüzü [Roter Himmel] (Christian Petzold, 2023) adlı filmlere bakmak bu etkiyi kavramamız için bize yol gösterebilir.
Koleksiyoncu Kadın’da, Adrien sanatçı arkadaşı Daniel’le her şeyden uzakta ve tembelliğe adanmış bir yaz tatili geçirmeyi planlamaktadır. Fransız Rivierası’ndaki yazlığa vardığında evde bir kadın misafir (Haydée) sürpriziyle karşılaşır. Bu durum yüzmek, uyumak ve düşünmemek üzerine kurduğu gerçek bir tatil hayalini sekteye uğratır. Haydée’nin gece gezmeleri ve eve getirdiği erkek arkadaşları Adrien ve Daniel’i huzursuz etmeye başlar. Aslında pratik anlamda bunun için bir neden yoktur. Villa, istendiğinde karşılaşma ihtimallerinin neredeyse olmayacağı kadar büyüktür. Ama merak ve arzular harekete geçmiştir; hiçbir şey düşünmemek eylemsizlikten daha imkânsızdır. İki erkek arkadaşın Haydée’nin yaz macerasına duyduğu çekingen merak ve dile getirdikleri sinik ve kaba eleştiriler, zamanla yerini onunla birlikte olmanın veya olmamanın getirdiği sıkıntıya ve ikili arasındaki güç savaşına bırakır.
Belki de “güç savaşı” bu duruma ağır kaçan bir ifade; çünkü filmde arzuların açığa çıktığı ve çatıştığı zaman, ferah bir yazdır. İç mekânların teraslara açıldığı geniş aralıklar, aydınlık ve gölgenin, yaz mevsiminde elde edilebilecek mekânsal harmoninin güzel bir örneğidir: Yeterince ışık, yeterince gölge. Ayaklar altındaki çakıltaşları, tene değen havlu kumaştan elbiseler ve güneşin ılıklığıyla dokunmuş filmin imgelerine neredeyse dokunur gibiyizdir. Gözümüzü kapattığımızda filmin ses kuşağı kıyıya vuran dalgalar ve kuş sesleriyle havanın berraklığını vurgular. Böyle bir atmosferde her şey ağırdan alınır; eylemler yavaş, sohbetler uzun soluklu ve sonuçsuzdur. Karakterler dünyadaki tüm zamana sahip gibidir. Mekânlar, karakterler arası çatışmalar ve sohbetler arasına dolan yaz havası bir akşamüstü uykusu gibi, zamanı silen bir yoğunlukta ve dinlendiriciliktedir.
Böyle bir yaz imgesi bizlerde nostalji uyandırabilir. Son zamanlarda yazlarımız serin bir yaz akşamındansa “Elimde değil, eriyorum!”* hissine aşina. Yakın yazların imge ekolojisi, ekranlardan akan yanan ormanlar/evler ve çaresiz insanların görüntülerinden oluşuyor. Alevlerin yuttuğu yerlerden tahliye edilen insanların yaşadıkları yere son bakışları, evleri yanan kuşların duyanların zihinlerinden çıkmayacak çığlıkları, son çare elleriyle kazıdıkları toprakla yangın söndürmeye çalışanlar, evi alev alan yaşlı kadının eli böğründe görüntüsü Sandro Botticelli veya Hieronymus Bosch’un cehennem tasvirlerinin bir köşesine eklemlenebilir.
Bu nedenledir ki Petzold’un Kızıl Gökyüzü filmindeki yaz daha tanıdıktır. Henüz başlangıçtan itibaren tekinsizliği imler; kırmızı ekran görüntüsü ağaçların üzerinde çözünürken, nasıl bir yaz mevsiminde olacağımızın işaretini verir. Léon ve Félix, Félix’in ailesinin Baltık denizindeki yazlığında herkesten uzak bir tatil-çalışma planlamaktadır. Arabaları bozulur, ormandaki kestirme yolu takip edip yorgun argın eve vardıklarında habersiz bir kadın misafirle (Nadja) karşılaşırlar. Léon’un ikinci romanını bitirmek için inzivaya çekilme planı sekteye uğramıştır. O bu durumun stresini yaşarken Félix’in yaza ve denize açık neşesi, aynı odayı paylaşmak zorunda olmalarına rağmen dinç kalır.
Koleksiyoncu Kadın’daki ferah feza mansiyonun aksine bu ev oldukça küçüktür. Bu mekânda bedenler arasındaki etkileşim ve gerilimin oluşturacağı basınç da kuşkusuz daha yoğun olacaktır. Ya da bunu termodinamiğin ikinci yasasıyla açıklayacak olursak: Yalıtılmış bir sistemin toplam entropisi (düzensizliğin veya rastgeleliğin bir ölçüsü) zaman içinde artma eğilimindedir. Ve bu evin (sistemin) sıkışıklığı içerisindeki karşılaşmaların ve çatışmaların kaçınılmazlığına bir de Léon’un yazı yazmaya çalışma stresi eklendiğinde düzensizlik hızlıca artacaktır. Bu durumu yansıtır şekilde atmosferik sistemin de entropisi artmıştır; 1967’nin Fransız Rivieara’sındaki yazlara benzemez. Ortam kuraktır ve Batı’daki ormanlarda bir yangın söz konusudur. Filmin en renkli sahnesinin mekânı olan yazlık beldenin hareketli meydanını itfaiye arabasının anonsu keser; yangın büyümektedir, bazı yollar kapatılmıştır. Helikopter sesleri yer yer filmin ses kuşağını delip geçer. İşte böyle bir yazdır Kızıl Gökyüzü’nünki. Alev almıştır.
Orman yangını henüz bulundukları evi tehdit etmekten uzak da olsa, artan sıcaklığın etkisi duvardaki bir küfün başlangıcında belirir. Sıcaktan çatı kaplaması erimiştir. Félix “Bu bir felaket olabilir” der. Léon ise böyle gündelik telaşlarla ilgilenmez, onun için asıl iş romanını bitirmektir; Félix çatıyı onarmanın, yemek yapmanın veya bulaşık yıkamanın da iş olduğunu hatırlattığında duymazdan gelir. Ama bu koşulda dinlemek mümkün değilse üretmek de mümkün değildir. Léon odaklanamaz, geceleri uyuyamaz; gündüzleri de kendini uyuyakalırken bulur. Böylesi bir telaş ve sıkıntıyı Félix, Nadja ve arkadaşı Devid’in olabildiğince tatilin tadını çıkardığı neşeli anlar dahi hafifletmez. Léon’un çalışma sıkıntısı yeni yazlarımızın ısınmış ve gittikçe boğucu hâle gelen atmosferini özetler; zaman çok fazla eylem gerektirir, uzun uzun düşünmeye, eylemsizliğe, âşık olmaya veya sıkılmaya vakit yoktur. Bu baskı altında üretilen şeyler, tıpkı Léon’un yeni roman taslağı gibi vasattır.
Böylelikle film, alametini henüz açılışında imlediği büyük orman yangını trajedisine doğru ilerler. Léon’un editörünün eve yaptığı kısa ziyaret sırasında hep birlikte yenen akşam yemeği, havadan yağan küller ve helikopter sesleriyle kesintiye uğrar. Beyaz küllerin yeşil ormana yayıldığı yavaşlatılmış an için yüce [sublime] bir imge demek yanlış olmaz. (Yoksa erirken güzel mi görüneceğiz?) Bu an Félix’in aceleci sesiyle kesintiye uğrar: “Küller!” Ardından Félix ve Devid filmin başında yolda kalmış arabalarını çekmek için aceleyle yola çıkar. Bu sırada editör hastalanır, Nadja onu hastaneye götürür. Léon ormanın içindeki kestirme yolu kullanarak onlara ulaşmaya çalışır. Hava kararmaya başlar, siren sesleri ve helikopter gürültüsü sağır edicidir, alev almış hayvanlar çığlık atarak kaçışmaktadır. Léon yerde yanarak ölmüş bir sincaba bakar, ardından kameranın gördüğü şey sincabın son bakışıdır. Son kez bakarız ona; göz bebeklerinde yanmış ağaçların görüntüsü… Gece bitip eve vardıklarında Léon ve Nadja, Félix ve Devid’in yangında yanarak öldüğü haberini alır. Bu andan itibaren Léon’un o güne, yangına ve arkadaşının ölümüne dair yazdığı romanı, editörün okumasıyla, üst ses hâlinde devreye girer. Yanmış cesetlerin el ele tutuşmuş görüntüsü üzerine Léon’un bu kareyi Pompei’de el ele tutuşarak yanan âşıklara benzettiği kısım duyulur.
Yeni yazlarımız böyledir artık, ısınmış ve hatta alev almıştır. Filmlerde ılıklık içinde duyulan berrak seslerden oluşan imgeler, yerini yanan ormanlar, bunaltan sıcaklar ve üretim baskısı altındaki zihinlere bırakmıştır. Koleksiyoncu Kadın’da yaz tüm hafifliğiyle film imgesinin ortamını oluştururken fark edilemeyecek şekilde var olur. Geçmiş ve gelecek, şimdiki zamana eşit mesafede durur; an yaşanır. Bu nedenle (filmin adından da belli olduğu üzere) mikro eylem ve arzular ön plana çıkar; sanat koleksiyonu, duygu koleksiyonu veya âşık koleksiyonu yapmaya vakit ve hisler uygundur. Fakat şimdinin sıcak yazı imge ekolojisinin en tepesinde, gökyüzündedir, makro etkinin adıdır; kızıl gökyüzü üstümüzde ve her yerdedir. Sakinlik içinde yaşamın tadını sürmek imkânsız değilse de zordur. Filmin sonlarına doğru yaşanan zaman kayması, gelecekten okunan romanın geçmişe düşüşü, yeni bir eylem-zaman aksına da işaret eder. Aktüel zamanda kalmak zordur. Hızlanmış gelecek şimdiye nüfuz eder, yarının ağıdı bugünde yankılanır. Bu durumda da ancak felaketin sanatı yapılır.
Sıcaklık diğer her şey gibi imge ekolojisini de değiştirdi ve değiştirmeye devam edecek. Kapitalizmin harladığı alevler dünyanın bedenini tutuşturmaya devam ettiği sürece, ölmüş sincabın yanan ormanların görüntüsünü sabitleyen son bakışı ve benzerleri ekranlardan bize musallat olacak gibi duruyor. Yine de bu düzen bir inferno ressamı ise cehennemin hangi katında olduğumuza en iyimser olanımız karar versin isterim ki alev almış imgeleri serinliğe kavuşturma ihtimalini dinç tutabilelim.
Bu web sitesinde size daha iyi hizmet sunabilmek için çerez kullanılmaktadır. Kullandığımız çerezleri görüntüleyebilmek ve daha fazla bilgi almak için Gizlilik ve Çerez Politikası sayfasını inceleyebilirsiniz.