Merve Kılıçer (d. 1987, Istanbul), disiplinler arası çalışan bir sanatçı ve sanat odaklı faaliyetlerde bulunan bir girişimcidir. Çalışmaları tarihsel ve geleneksel kültür-sanat üretim biçimlerinden ilham alır ve bunları çağdaş deneyimlere dönüştürmeyi hedefler. Pratiği kendisinin ait olduğu tarihle ilişkilenirken kişisel tecrübelerinden beslenir ve didaktik bir yaklaşımdan uzak, politik olarak angaje bir konum bulmaya çalışır. Enstalasyon, heykel, performans, geleneksel baskı, video ve ses, sanatsal üretiminin genişlemesine olanak sağlayan üretim yöntemlerindendir. Bireysel pratiğinin yanı sıra, sık sık diğer sanatçılarla ikili veya kolektif işbirlikleri oluşturur. 2011-2019 yılları arasıdan KABA HAT sanatçı kolektifi ile ve şu anda Eathouse yemek kolektifi ile çalışıyor. W1555 isimli sanatçı komünitesinin bir üyesi olarak Rotterdam, Hollanda'da yaşıyor.
Istanbul Sabancı Üniversitesi Görsel Sanatlar Bölümü'nde okuduktan sonra 2019 yılında Rotterdam Piet Zwart Enstitüsü'nden MFA derecesine sahiptir. Çalışmaları Amsterdam Framer Framed, İstanbul Arter, Freiburg Museum für Neue Kunst ve 14. İstanbul Bienali'nde sergilendi.
TANRILAR YERLE BİR EDİLDİĞİNDE
Tanrılar Yerle Bir Edildiğinde başlıklı çalışma, dünyanın farklı yerlerinde ve özellikle güney coğrafyalarda hayat koşullarını zorlaştıran iklim krizini, insanın doğayla kurduğu ilişkinin tarihsel ve antropolojik evrimi üzerinden anlatıyor.
Saha araştırması yaban hayatı ile insan yerleşimleri arasındaki dengeyi sağladığına inanılan Anadolu'nun arkaik tanrıçası Kibele anıtlarının öncülüğünde Batı Frigya (Batı İç Anadolu) ve Ege bölgesinde gerçekleştirildi. Bu gezi sırasında sanatçı, Frigya Vadisi ve çevresinde karşılaştığı, dağlara oyulmuş aslan ve şahin gibi yırtıcı hayvan figürleriyle bezeli mezar sunaklara bakarak M.Ö. 900’lü yıllarda insanların doğa ile kurdukları ilişkiyi belgeledi. Antik çağlar ve sonrasında karşımıza çıkan birçok inanışta ilahi varlıklar dağların dorukları, yamaçları gibi ulaşılması zor yerlere konumlandırılıyordu. İnsan aklı ve becerisinin mümkün kıldığı teknolojik devrimler bu gibi coğrafi alanların fetih ve kontrolünü kolaylaştırırken, doğayla kurduğumuz ilişikiyi de aynı perspektifte değişime uğrattı.
Binlerce yıl kutsallığına inandığımız, hem hiddetinden korktuğumuz hem de bedenimizi emanet ettiğimiz dağlar ve doğa, içinde yaşadığımız tüketim toplumunun ihtiyaçlarına cevap vermek uğruna son birkaç yüz yıldır sömürüye uğruyor. Türkiye'de ve dünyada enerji ve yatırım amaçlı madencilik operasyonlarında kullanılan teknolojiler, makine ve kimyasallar geri dönülmez bir doğa tahribatına, diğer adıyla ‘ekokırım’a yol açmakta. Bu yeni yöntemler insan elinin etkisini geniş alanlara yayıyor ve ormanlık bölgelerin, tarım arazilerinin, yer altı sularının ve nehir yataklarının yok edilmesine yol açıyor. Yaşam alanlarına yönelik muameledeki bu değişim toplumsal değerlerin, kültürün ve inanışların değişmesiyle de paralellik gösteriyor. Teknolojik gelişimler sadece yaşam biçimlerimizi ve el becerilerimizi değil, etrafımıza karşı algımızı ve zihnimizin işleyiş biçimini de kökten değiştirmekte. İnsanın vazgeçilmez yoldaşı olarak tanımlayabileceğimiz bilim, bizi bir yandan dağların tepesine çıkartırken diğer yandan kendi cehennem çukurlarımızın basamaklı yollarını inşa ettiriyor.
Peki bir zamanlar ilahi varlıkların insafında olduğunu düşünen ve endüstri devrimi, modernizm ile birlikte kendini Tanrı mertebesine konumlandıran insanı, insanın gazabından kim kurtaracak? Bu soruyla harekete geçen araştırma, ziyaret ettiği maden sahalarının etkisi altında yaşam mücadelesi veren yerel halkın direniş ve şahitliğini de görünür kılmaya çalışıyor. Güney Akdeniz'de bir grup köylü 2018’den beri Akbelen Ormanı kenarında kömür madenciliğine karşı mücadele ediyor. Kuzey Ege kıyısındaki Kaz (ida) Dağları’ndaki bir diğer cephe ise milli parkı talan ederek uygulanmak istenen altın, bakır ve gümüş medenciliğine karşı çıkıyor. Yerel halk yasal yöntemlerle mücadele etmeye çalışıyor ancak devlete sırtını vermiş şirketler, yasal kararlara rağmen bölgedeki madencilik faaliyetlerine devam ediyor.
Bu çalışma için ziyaret edilmiş ören yerleri ve maden sahalarında çekilen 16mm analog film görüntüleri, kurutulmuş lif kabağı bitkisini kullanarak üretilmiş porselen karolar üzerine yansıtılan bir mekansal yerleştirme olarak bir araya geliyor. Anadolu’dan çıkartılan porselen toprak ile SAHA Studio’da üretilen karolar, filmin yansıtılması için bir yüzey görevi görecek şekilde birbirine bağlanıp mekana asılarak yok edilmekte olan toprağın kendisini ve görsellerini mekana taşıyor.
Bu web sitesinde size daha iyi hizmet sunabilmek için çerez kullanılmaktadır. Kullandığımız çerezleri görüntüleyebilmek ve daha fazla bilgi almak için Gizlilik ve Çerez Politikası sayfasını inceleyebilirsiniz.